OBEZ KENT SENDROMU

Bugün pandemi aracılığı ile insan hayatını kurtarmak için küresel olarak bir araya geldik ve hep birlikte tüm dünya ekonomisini durdurduk. Bu büyük bir kriz. Sadece pandeminin getirdiği bir sağlık krizi olarak adlandırılamaz.  Bu bir sistem krizi. Bu bugünün tüm sistemlerin obezliğinin yarattığı bir kriz.

Aşağıdan yukarıya yükselen bir anlayış ile tüm insanlığa bir sağlık gözlüğü takıldı. Endüstriyel devrim ile birlikte kapitalizmin bizlere giydirdiği tüm kimliklerden, üretim-tüketim katmanlarından sıyrılarak  özümüze dönüp baktık. Doğanın, soluduğumuz havanın önemini hatırladık. Kısa sürede güçlü bir bağ kurduğumuz bu sağlık gözlüğü ile ailelerimizi, sosyal çevremizi, toplumları, ülkeleri ve dünyayı hijyen, doğa, çevre, iklim gibi yeni duyarlılıklar üzerinden algılamaya ve sınıflandırmaya başladık. Buda tabi ki özünde toplumsal insan davranışlarını kökünden değiştirmekte.

Pandemi belki 3 ay belki 3 yılda geçecek. Belki de her yıl evrimleşerek başka bir yüzünü insanlığa göstererek gelecek rutinimizin bir parçası olacak. Pandemi tamamen geçse bile içimize aşılanan korku kalıcı. Tercihlerimizin ve değer yargılarımızın önem sıralaması değişti bile. Hep birlikte insan faktörü üzerinden küresel bir yeni farkındalık filizlendirdik.

Bu yeni farkındalık aslen biz tasarımcılar için yenı sosyal sıstem ihtiyacının bir habercisi. Bugün pandeminin doğurduğu bir sağlık kuralı üzerinden önümüze servis edilen 1.5m sosyal mesafe kuralı bile aslen dönüşümün basite indirgenmiş şekilci bir habercisi.  

Amerikalı Antropolog Edward T.Hall ‘ın 1963 yılında geliştirdiği Proxemics Teorisi ile insan yoğunluğunun fazla olduğu kalabalık ortamlarda insan davranışlarının, sosyal etkileşimlerinin ve iletişimlerinin üzerinden insanın mekanı nasıl kullandığını tarifleyen kodlar tanımlıyor. Proxemics kodlarını bugün yürüdüğümüz sokaklarda, kamusal alanlarda, insan kalabalıklarının olduğu nerede ise her yerde kentlerimizi şekillendiren bir katman olarak okuyabiliyoruz.

Yeni sosyal sistemin yeni proxemics kodlara ihtiyacı var. Çünkü yenı insan davranışları için tasarım yapmak her şeyden ve her zamankinden daha önemli olacak. Bu bağlamda bu yuvarlak masanın çevresinde sadece mimarlar olarak oturarak bunu başaramayız. Bunları tanımlarken sosyolog, antropolog ve filozoflara da ihtiyacımız olacak.

Endüstri devrimi bize sunduğu hareketlilik olanakları ile Yaşam ve Çalışma Alanımız birbirinden ayırdı. İçinde yaşadığımız yaşam alanları, sokaklar ve kentler bu hareketlilik sistemleri ve olanakları üzerinden gelişti. Bugünün obez kent sendromu oluştu. Obezitenin ana sebebi aslen oradaki insanlar değil, hareketlilik yoğunluğunun aşırılığı.

 

Kentlerde değişim için ya her 3 insandan 1 inin kent yaşamından vazgeçmesini beklememiz gerekecek yada yoğunluğu azaltmak için teknolojininde desteği ile sosyolojik ve ekonomik yeni çözümler üreteceğiz. Çözüm bugünden yarına olmayacak elbette. Farz edin canlı bir çiçek yapmak istiyorsunuz. Bu çiçeği hücre üstüne hücre koyarak yapamazsınız. Bir tohum ekersiniz ve o zamanla, aşama aşama büyür. Yeni çiçek demek ise yeni tohum tasarlamanız demektir.

Obez kentlerimizdeki yoğunluğu azaltacak ve sosyal sürdürebilirliği sağlayacak, topluma doğayı ve ihtiyaç duyduğu kamusal alanları geri verebilecek yeni sosyal sistem tasarımları geliştirilmesi gerekmekte. Bu bağlamda sosyal teknolojik değişim kapıyı çalmakta.

Bugün Pandemi ile, Endüstri devriminin birbirinden ayırdığı bu Yaşam ve Çalışma alanı birçok meslek grubu için artık teknolojinin yardımı ile tekrar birbirine kavuşmakta. Haraketlilik farklılaşmakta. Hem dijital hem de fiziksel koşullarda yeni uzak algısı gelişmekte. Dijital haraketlilik Globale seslenirken, fiziksel haraketlilikte yerelin, mahallenin ve esnafın önemi hatırlanmakta.

Obez Kentleri  fiziksel hareketliliği minimize eden ve sosyal teknolojik değişimin etkilerini içinde barındıran yeni sosyal sistemler ile dönüştüreceğiz. Bunu yaparken bireysel değil kolektif olunması bir mutlak. Makro çözümler yerine  mikro-komuniteler ve mikro-ekonomiler yaratabilen, hijyen, doğa, çevre, iklim gibi yeni duyarlılıkları merkezinde toplayan, esnek dağınık ağ sistemi tasarımlarına ihtiyacımız var.

Artık herhangi bir eylemin ticari olarak ne kazandıracağı değil bu eylemin gerçek hayattan doğadan neyi alıp götüreceği sorulacak. Bu insanlara, mekanlara, sokaklara, kentlere, ülkelere ve dünyaya yansıyacak.  Sevgili köşe yazarı Verda Özer’in de dediği gibi ‘’ Bana ne kadar karbon saldığını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.’’

 

Melike Altınışık, Mayıs 2020